Göya Güya mı? Edebiyatın Sözcükle Kurduğu İnce Denge Üzerine
Kelimeler, bir edebiyatçının evreninde yalnızca anlam taşıyan araçlar değil, aynı zamanda duygunun, düşüncenin ve kimliğin yapı taşlarıdır. “Göya” ya da “güya” gibi sözcükler, ilk bakışta küçük bir dil farkı gibi görünse de, derininde anlatının duygusal tonunu, ironisini ve toplumsal alt katmanını belirleyen güçlü birer göstergedir. Çünkü dil, yalnızca konuşulan bir sistem değil, bir kültürün kendini ifade etme biçimidir.
Edebiyatın kalbinde yer alan bu tür ayrıntılar, bir metnin “nasıl” anlattığını belirler. “Göya güya mı?” sorusu da tam bu noktada, hem dilsel hem anlatısal bir dönüşümün kapısını aralar.
Kelimelerin Gücü: “Göya”nın Halk Sesi, “Güya”nın Yazı Duruşu
Türk Dil Kurumu’na göre “güya” sözcüğü Arapça kökenlidir ve “sanki, görünüşte, sözde” anlamlarına gelir. Halk dilinde ise bu kelime çoğu zaman “göya” biçiminde telaffuz edilir. Burada yalnızca bir ses değişimi değil, bir kültürün kendini ifade etme biçiminde yaşanan duygusal bir kayma da vardır.
“Güya” resmîdir, kentlidir, yazılı dille özdeşleşir.
“Göya” ise sıcak, içten, halkın dilinde yankılanan bir sözdür.
Bir edebiyatçının gözünden bakıldığında bu fark, yalnızca fonetik bir dönüşüm değil, aynı zamanda dilin sınıfsal ve duygusal katmanlarının bir yansımasıdır. Romanlarda, öykülerde ya da şiirlerde “göya” dendiğinde, okuyucu o an bir karakterin konuşmasına, bir ağız sıcaklığına, bir samimiyet tonuna tanıklık eder.
“Göya”nın Anlatıdaki İşlevi: İroni ve Masumiyet Arasında
Edebiyat tarihinde “güya” kelimesi çoğu zaman ironik bağlamlarda kullanılmıştır. Örneğin bir karakterin kendi kendine söylediği bir yalanı, bir toplumsal ikiyüzlülüğü ya da bir hayali meşrulaştırmak için…
Ama “göya” dendiğinde bu ironi biraz yumuşar. Çünkü halk dilinde “göya”nın içinde bir masumiyet barınır; sanki söylenen şeyin tam olarak doğru olmadığını herkes bilir ama yine de anlatı sürer.
“Göya sevdalıydı bana…”
Bu cümledeki “göya”, hem bir sitem hem bir kabulleniş taşır. Bir karakterin kendi kırılganlığını saklama biçimidir.
Edebiyat bu tür incelikli tonlamalarla derinleşir. Göya, bir duygunun doğrudan değil, dolaylı biçimde ifade edilmesini sağlar; tıpkı modernist anlatılarda görülen bilinç akışı gibi, belirsizliğin estetik bir unsur hâline gelmesine katkıda bulunur.
Dildeki Dönüşüm: Yazı Dili mi, Yaşam Dili mi?
Edebiyat tarihinin her döneminde yazı dili ile konuşma dili arasında bir gerilim vardır. “Göya” ve “güya” ayrımı da bu gerilimin mikro bir örneğidir. “Güya” yazının disiplinini, normu ve düzeni temsil ederken; “göya” sözlü kültürün spontane doğasını, doğrudanlığını ve içtenliğini yansıtır.
Bu ayrımı Nazım Hikmet’in şiirlerinde, Yaşar Kemal’in romanlarında, Orhan Kemal’in karakterlerinde görmek mümkündür. Halkın sesiyle konuşan karakter, “göya” derken aslında dilin katı kurallarına değil, duygunun içsel ritmine kulak verir.
Edebiyat tam da bu noktada bir köprü kurar: yazı dilinin ciddiyetiyle halk dilinin sıcaklığını buluşturur. “Göya güya mı?” sorusu, bu iki alan arasında salınan bir dilin iç hesaplaşmasıdır.
Kelimelerin Estetik ve Anlamsal Derinliği
Dilsel dönüşüm, sadece sesin değişimi değil, anlamın yeniden yorumlanmasıdır. “Güya” kelimesi ironik bir uzaklık yaratırken, “göya” kelimesi okuyucuyu metnin içine daha kolay çeker. Bu fark, özellikle edebi karakterlerin inandırıcılığını etkiler.
Bir yazar, “göya” diyerek karakterine yaşam verir; “güya” diyerek düşünsel bir mesafe kurar.
Bu iki biçim, dilsel bir ahlak sorunu hâline gelir: Gerçeği hangi sesle anlatıyoruz?
Edebiyatın en temel gücü, bu seslerin çoğulluğunda gizlidir.
Sonuç: Dilin Kırılganlığı ve Edebiyatın Tanıklığı
“Göya güya mı?” sorusu, aslında “yazı mı, söz mü?” sorusunun modern bir versiyonudur. Her iki biçim de doğrudur; çünkü dil yaşayan bir varlıktır. Zamanla dönüşür, halkın ağzında başka, yazının satırında başka yankılanır.
Bir edebiyatçının görevi, bu yankıları duymaktır. “Göya” derken halkın nefesini, “güya” derken düşüncenin soyutluğunu hisseder.
Ve belki de edebiyat, bu iki sesin buluştuğu yerdir.
Okuyuculara bir davet:
Senin için hangisi daha gerçek — göya mı, güya mı?
Hangi kelime, senin içindeki hikâyeyi daha iyi anlatıyor?
Yorumlarda paylaş: çünkü her “göya”, bir hikâyenin başlangıcı olabilir. Kelimelerin gücü, onları nasıl söylediğimizde gizlidir.